Türk Eğitim Sisteminde Müzik – 1

Tüm veli toplantılarında bir çok velimin istisnasız ilk sorduğu soru, “Hocam benim müziğe hiç yeteneğim olmadı, ritim kulağım yok, çocuğumun var mı?” olur. Bugün yetişkin olan bireyi, daha küçük yaşlarda dışarıda bırakan bu yetenek değerlendirmesi şu an Türk eğitim sisteminin halen başlıca sorunu. Hem geçmişten bugüne bireyin kendisinde bir dışlanmışlık yaratıyor, hem de bu dışlanmışlığı kendi çocuğunun da yaşamaması için sisteme bu soru ve temkinle yaklaşıyor. Okul sıralarında yetişkinlere aşılanmış olan bu öğrenilmiş çaresizlik, çocuklarının üzerinde oluşturulan baskı olarak karşımıza çıkıyor.

“Hocam benim müziğe hiç yeteneğim olmadı, ritim kulağım yok” cümlesine iki tane soru soralım, ardından yorumlayalım.

“Yetenekli olmadığınızı nereden biliyorsunuz?”

Sadece bir enstrüman üzerindeki becerinin değerlendirilmesi, tüm bir alan hakkında yargıya varmamıza neden olur. Tek yönlü yapılan bir değerlendirmeyle öğrenciyi sıralamış, dışarıda bırakmış oluruz. Bu değerlendirme biçimi yanlış olduğu gibi çocuğun enstrüman üzerindeki becerisini sergileme anında yaşadığı dinamikleri de göz ardı etmiş olur.

Değerlendirmenin yapıldığı mekan uygun mu? Öğrenci psikolojik ve sosyoloji olarak o ortamda kendisini ne kadar hazır hissediyor, kendisini güvende hissediyor mu? Enstrümanın çeşidi öğrencinin yatkınlığıyla örtüşmüyorsa ne olacak? Ya çocuk o enstrümanı çalmak istemiyorsa? En önemlisi, müzik eğitimi, enstrüman eğitimi midir? (Aslına bakarsanız bu son soru başlı başına yeni bir yazının konusu olabilecek kadar derin bir tartışma içeriyor. Bu sebeple sorulara burada son veriyorum.)

Böyle bir değerlendirmenin sonucu olarak çocuk için yapabiliyor ve yapamıyor olmak arasındaki fark ne yazık ki yeteneksizlik yaftasına dönüşmüş oluyor.

“Yenetekli olmak zorunda mıyız?”

Müzik bireyin kendisini ifade etme araçlarından birisidir. Bir çocuk kendisini müzikal olarak ifade ederek, müziği deneyimleyerek aynı zamanda sanatsal olarak birikim sağlamaya başlar. Bu deneyimi yaşamak için öğrencinin bazı becerilerinin üst düzey olması gerektiği düşünülür. Fakat müzik eğitiminin amacı öncelikle müzisyen yetiştirmek değildir. İnsanda var olan ifade etme dürtüsüne ortam hazırlayıp sanatsal birikimini ve bakış açısını genişletip geliştirmektir. Müzikal yeteneği üst düzeyde olan çocuklar için konservatuvarlarda yaşlarına uygun müzik eğitimi verilmekte. Bizim bahsettiğimiz eğitim, okullarda sosyal öğrenmeye ortam hazırlayan, ayrıştırıcı değil birleştirici bir eğitim anlayışıdır. Yeteneklilerin müzik dersinde öncelikli olması fikri yine bu anlayışla çocuğu dışarıda bırakacaktır.

Müzikal beceri geliştirilebilir bir yetenektir. Bireysel gelişim güven ortamında sağlanan sosyal öğrenmeyle üst seviyelere çok rahat çıkabilir.

“Her çocuğun müzik eğitimi hakkı vardır.”

Son Söz

34 yaşındayım ve 30 yıla yakındır Türkiye’de müzik eğitiminin ne yönde evrildiğine tanıklık ediyorum. Bu süre boyunca hiç mi bir şey değişmedi? Tabiki yenilikler var, fakat bu demek değil ki değişim gerçekleşti. Farklı eğitim anlayışına sahip birçok özel eğitim kurumu açıldı. Kurumlar öncülüğünde enstrümanlar değişime uğradı. Blok flüttü gitar oldu, melodikaydı keman oldu. Üzülerek söylüyorum şekil değişti mantık aynı kaldı.

Yazıya başlarken bahsettiğim endişeli veliler haklı olarak aynı olumsuz deneyimleri çocukları yaşamasın istiyor, bunun için önlemler almaya çalışıyor, çocuklarını okullara, kurslara gönderiyor, onları her konuda destekliyor/desteklediklerini düşünüyor.

Peki yıllara rağmen müzik eğitimini hala tek bir beceri üzerinden değerlendirmeye devam ettiğimizi görmüyor muyuz? Onları bir enstrüman çalmaya yönelik bir müzik eğitimine mahkum etmeye devam mı edeceğiz yoksa çocuklara müziği ifade biçimi olarak kullanabildikleri ortamlar yaratabilecek miyiz?

Emin olun “müzik” çocukların yaratıcı fikirlerine aç bir şekilde bekliyor.

İlkay Nişancı

Kaynak: http://www.egitimpedia.com/turk-egitim-sisteminde-muzik-1/

Translate »