Merhaba,
Mutlaka düşünmüşsünüzdür, elektronik müzik hayatımıza nasıl girdi, neden girdi ve müzik piyasasını nasıl bu kadar etkiledi diye. Öğrencilerimizin büyük çoğunluğu belki bizlerin dinlemediği çok farklı müzik kompozisyonları dinliyor. Çok basit olduklarından mı, yoksa diğer müziklerde bulamadıkları eksikliklerden kaynaklanan bir şeylerden dolayı mı? Bizler kompozisyona, vokalin kalitesine ve hissettirdiği duygulara dikkat ederken acaba gözümüzden, kulağımızdan kaçan bir şeyler mi var?
Sizler bunları düşünürken, düşüncelerinize yardımcı olabilecek bir konu buldum ve sizleri öğrencilerinizle yaklaştırabilecek, onların derinliğine inebilecek formüller bulabileceğiniz bir yazı paylaşmak istedim. Umarım, onların müzik zevklerinden ve dinledikleri müzik eserlerinden tartışırken bunları hep aklınızda bulundurursunuz.
Sevgiler, saygılar, iyi çalışmalar.
NOT: İlgili videoları yazının altında paylaşacağım.
ELEKTRONİK MÜZİK
Yeni müzik akımları, getirdikleri yenilik ve gelişmelere karşın, daha önceki çağların en önemli özelliklerinden birisi olan “BESTECİ-YORUMCU-DİNLEYİCİ” üçlüsüne bağlı kalmışlardı. Besteci eserini notalama yolu ile yazıyor, yorumcu (icracı) ya da yorumcular eseri seslendiriyor, dinleyici de ancak bu şekilde dinleme olasılığı buluyordu.
Besteci ile dinleyici arasına bu şekilde bir başka kişinin ya da kişilerin girmiş olması, özellikle çağdaş eserlerin seslendirilmesinde birtakım sorunların doğmasına neden oluyordu. Bu sorunları şu şekilde özetleyebiliriz:
- Besteci, eserinin notalamasında vermek istediği etkileri en küçük ayrıntılarına değin belirtmiş olsa, yorumcu da bunları elinden geldiğince bağlı kalsa bile, yine de ister istemez kendinden bir şeyler ekleyecektir. Yorumcunun teknik, kültürel, müzikal, ruhsal durumu, çalgısının kalitesi, yorumun yapıldığı yerin akustiği ve daha bir çok yan etken yorumu etkiliyor ve böylece eser, tamamen değilse bile, kısmen bestecinin düşündüğünden daha değişik etkilerle ulaşıyordu dinleyiciye.
Böylece bir eserin dinleyiciye, bestesinin istediği ölçüde ulaşıp ulaşamaması biraz da rastlantılara bağlı kalmış oluyordu.
- Bu gün en becerikli insan parmağı bile saniyede 12 notadan fazla çalamıyor. Ayrıca bir insanın çalabileceği ya da söyleyebileceği sesler ve ritmik yapılar oldukça sınırlıdır, buna bir de çalgıların sınırlı oluşunu ekleyecek olursak, bestecinin anlatım alanı epeyce daralmış oluyor. Yorumcuya dayalı müzikte besteci çalınabilir ölçüler içinde yazmak zorundadır. Oysa özellikle bazı çağdaş besteciler çalınabilir olanı değil, dilediklerini yazabilmek istiyorlardı.
- Alışılmışın ötesinde olan yeni bir eserin çalışılması ve gerektiği gibi seslendirilebilmesi çok uzun ve sabır isteyen çalışmalar gerektirir. Kaldı ki yorumcuların birçoğu yeni bir esere fazla ilgi göstermezler.
Gerek yeni eserlere gösterilen ilginin azlığı, bu eserlerin seslendirilmesinde karşılaşılan güçlükler, yeni eserleri ÇALINMAMA ya da ÇALINAMAMA tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyordu.
“Besteci-yorumcu-dinleyici” üçlüsünün taşıdığı bu sorunlar birçok besteciyi düşündürmüş ve birçok besteci, dinleyiciye doğrudan doğruya ulaşmanın yollarını aramıştır. Yorumcuyu ortadan kaldıracak olan bu yol, ancak manyetofonun (teyp, ses alma aygıtı) gelişmesi ve besteciler tarafından bu amaçla kullanılmasıyla açılmış oldu.
Artık besteci, eserini doğrudan doğruya manyetik şerit üzerinde gerçekleştirebilecek, dinleyicilere ulaştırabilmek için plak yapacak ya da aynı manyetik şeridi çoğaltacak ve böylece dinleyici, eseri bir başkasının yorumuna gereksinim duymadan doğrudan doğruya manyetik şeritten ya da plaktan dinleyebilecekti. Bunun sonucu olarak, yorumcu ortadan kalkıyor ve bazı sorunları olan “besteci-yorumcu-dinleyici” üçlüsü, müzik tarihinde ilk kez “BESTECİ-DİNLEYİCİ” ikilisine dönüşüyordu.
Hemen belirtelim ki, burada söz konusu olan şey, bir bestecinin eserini kendisinin çalarak manyetik şeride alması ve sonra plak yaparak dinleyicilere ulaştırması değildir. Eğer böyle olsaydı yorumcu ortadan kalkmış olmazdı. Bu kez besteci, yazdığı eseri yorumlamış olurdu ve bir bestecinin kendi eserini yorumlaması müzik tarihinin her döneminde yapılmış olan bir işti.
Besteci-dinleyici yönteminde bestecinin eserini yazması ve çalması diye bir şey söz konusu değildir; manyetik şerit üzerinde gerçekleştirilmesidir söz konusu olan. Besteci, eserinde kullanacağı sesleri (doğadaki bütün sesler ve özellikle elektronik sesler) manyetik şeride alır. Bunları manyetik şeridin olanaklarından yararlanarak istediği gibi değiştirir, geliştirir ve düzenler.
İşte, manyetik şerit üzerine alınan elektronik, çalgı, doğa ve insan seslerinin, kısaca her türlü sesin manyetik şeridin olanaklarından yararlanılarak değiştirilmesi, birleştirilmesi ile oluşan bu müzik türüne ELEKTRONİK MÜZİK denir.
Bazı elektronik müzik bestecilerinin yalnızca elektronik ses üretme gereçlerinden elde ettikleri seslerden yararlanmasına karşın, bazı besteciler de doğadaki sesleri mikrofon aracılığıyla toplayıp sonradan manyetofonda istedikleri gibi değiştirerek kullanma yoluna gitti.
Sınırlı anlatımıyla elektronik müzik, elektronik seslerden yararlanılarak yapılan müziği anlatır. Doğadan alınan seslerin manyetofonda değiştirilerek dinlenmesiyle yapılan elektronik müziğe “Son organisé”, “Tape music” (manyetofon müziği), “Musique concréte” (somut müzik) gibi adlar verilmiştir.
Bazı bestecilerin yalnızca elektronik seslerden, bazılarının da yalnızca doğadaki seslerden yararlanma yolunda gitmesine karşın, bunların dışında kalan bazı bağımsızlar da, elektronik sesler ve doğadan alınan sesleri karışık olarak kullanmayı yeğlemiştir.
İster elektronik müzikte, ister bu müziğin bir başka türü olan somut müzikte olsun ya da bunların birleşimi olan müzikte olsun, eserin hazırlanmasıyla ilgili ana yöntemler değişmez.
Bu yöntemleri şu şekilde özetleyebiliriz:
- Toplama ve kaydetme: Besteci eserinde kullanacağı elektronik ya da somut sesleri, elektronik araçlarla üreterek ya da mikrofon aracılığıyla doğadan toplayarak manyetik şerit üzerine kaydeder.
- Değiştirme-geliştirme: Manyetik şerit üzerine topladığı sesleri “SES DEĞİŞTİRİCİLER” yardımıyla bestesini oluşturacak şekilde değiştirir ve geliştirir.
Değiştirme ve geliştirmede başvurulan ana yöntemler şunlardır:
- Alınan seslerin yüksekliğini manyetofonun hızını yavaşlatarak ya da hızlandırarak değiştirmek. Bu konuda “phongéne” gibi aygıtlardan da yararlanılır.
- Sesin çıkmasını sağlayan ilk darbesini kesip atmak ve sesin yalnızca gövdesinden yararlanmak.
- Sesi manyetofonda tersten çalarak kullanmak.
- Seslerin doğuşkanlarını süzmek ya da bunların aralarını değiştirmek.
- Yankılandırmak.
- Düzenleme: Besteci manyetik şerit üzerine topladığı ve ses değiştiriciler, filtreler, süzgeçlerle değiştirip geliştirip sesleri eserini oluşturacak şekilde düzenler. Böylece eser diğer manyetik şeritlere ya da plaklara aktarılarak diğer manyetik şeritlere ya da plaklara aktarılarak dinleyiciye ulaştırılır.
Buraya kadar yaptığımız açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, bir elektronik müziğin oluşturulması için, içinde ses yazma aygıtları, yani manyetofonlar, elektronik üretme gereçleri (titreçler), çeşitli ses değiştiriciler filtreler, süzgeçler vb. bulunan bir ELEKTRONİK MÜZİK STÜDYOSUNUN varlığı ve bestecinin de en azından stüdyoda bulunan aletleri kullanabilecek, bu aletlerden dilediği gibi yararlanabilecek teknik bilgiye ve ustalığa sahip olması gerekir. Zaten elektronik müzik eğitiminin temeli de, bir stüdyoyu kullanabilecek kadar teknik bilgi ve beceri kazandırmaya dayanır.
Elektronik müzikte sesle, artık nota uzunluklarından çok inçlerle, santimetre ve milimetrelerle uzunluğu ölçülen, klarnete, kemana benzeyen sesler yerine “F1, F2, F3” titreşim sayılarında ve 1-1, 2-2, 3-3 şiddetlerinde “sinüs dalgaları” diye tanımlanan akustik yapılar oldu. Böylece müzisyenin, bestecinin malzemesi, tarih boyunca ilk kez görülür, elle tutulur ve ölçülebilir olmuştur.
İster doğrudan doğruya elektronik seslerden, ister doğa seslerinden yararlanılarak yapılsın, elektronik müzik besteciye çok geniş olanaklar sağlamıştır. Artık besteciye, bir eseri seslendirmek için yorumcunun varlığına gereksinim duyulmayan “TAMAMLANMIŞ” müzik eserleri yaratma etkinliğinin sağlandığı bir gerçektir. Böylece elektronik müzik, besteciye tıpkı resim ya da heykel sanatında olduğu gibi, eserini tam bir özgürlük ve kesinlikle tamamlama ve “yorumcu” denilen bir aracıya başvurmadan dinleyiciye doğrudan doğruya ulaşabilme olanağını kazandırdı. Aynı kazanç dinleyici açısından da geçerlidir. Bu müzikte dinleyici, bir eseri aynen bestecisinin yaptığı şekilde tamamlanmış olarak dinleyebilme olanağına sahip olmuştur.
Devrini tamamlayan bir çok müzik akımına karşın Varése in Deserts’i ve Poéme Electroniqueéi, Stockhausen’in Gesang der Jünglinge’si (Gençlerin Şarkısı) ya da Kontakte’si gibi birçok güzel örneği ile elektronik müzik, çağımızın halen yaşayan ve her gün daha da gelişen en önemli akımlarından birisidir.
Müzik sanatı, ilkel müzikten elektronik müziğe değin evrimini yeniliklere borçludur; eskiden kaynaklanıp, daha yeniye kaynak olan yeniliklere…
Yeniliğim, müziğin evrimindeki önemi yadsınamaz. Estetik değer yargılarımıza uygun düşmese bile yeniliklere açık olmalıyız.
Müziğin evrimi tarihin hiçbir döneminde durmamış ve bundan sonra da durmayacaktır. Bu evrimin bir takım özellikleriyle birbirinden ayırabilen barok, klasik, romantik vb. çağlarından hiçbirisi diğerlerinden daha güzel, daha önemli değildir. Her çağın kendine özgü bir güzelliği vardır. Bu bakımdan her çağa gereken önem verilmelidir.
Yalnız eski çağların müziğine bağlanıp kalmak ve yeniyi yadsımak ne kadar sakıncalı ise, bunun karşıtı olan yeni müziğe bağlanıp eski değerleri tamamen atmak da bir o kadar sakıncalıdır.
Her çağın kendine özgü güzelliklerini görmeye, her çağı sevmeye çalışmalıdır. Çağlardan yalnızca birini sevmek, diğer çağların paha biçilmez güzelliğini tadamamak demektir. Kaldı ki kendinden önceki ve sonraki çağları anlayamadan bir tek çağı yeterince anlayabilmek olası değildir.
Kaynak : Armoni / Nurhan Cangal / Arkadaş Yayınevi / 2008