Son dönemlerde ülkemizde çok sayıda nitelikli genç müzisyen yetişti. Kemancı Elvin Hoxha’dan viyolonselci Cansın Kara’ya, piyanistler Başar Can Kıvrak’tan Cem Babacan’a, bu gençlerin isimleri saymakla bitmez. Bunda ülkemizde müzik eğitiminin niteliğinde meydana gelen gelişmeler yanında, müzik eğitim kurumlarının ve eğiticilerin sayılarının artması ve yurdun değişik yörelerine yaygınlaşması da rol oynuyor kuşkusuz. Eğitimlerini yurt içinde sürdüren ya da tamamlayan gençlerimiz yanında, yurtdışında sürdüren ya da tamamlayanlar da var. Değişik Avrupa ülkelerinden Amerika’ya, Rusya’ya; çok sayıda gencimiz bu ülkelerin nitelikli müzik eğitim kurumlarında eğitimlerini sürdürüyorlar. Sayıları giderek artan bu gençlerin tamamının, ülkemizdeki sınırlı sayıdaki orkestralarla konser verme olanağına kavuşması ise elbette mümkün değil. Üstelik yaşları ve konser tecrübeleri itibariyle bu gençlerin bir kısmı için de bu olanaklar henüz erken.
Bu durumda bu gençler akranlarıyla oda müziği konserleri ya da resitaller gerçekleştirmeye yöneliyorlar, doğal olarak. Ülkemizin sadece İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir, Bursa gibi büyük kentlerinde değil, daha küçük kentlerinde de bu gençlerin konser-resital ilânlarını giderek daha sık görüyoruz. Özellikle eğitim döneminin sonlarına tekabül eden Nisan-Mayıs aylarında bu konserlerin sayıca arttığı, hatta tırmandığı görülüyor. Konser ve resitallerin sayıca bu kadar artması, etkinliklerin müzik dinleyicisinin alıştığı gün ve saatler ile alıştığı salonların dışına başka mekânlara da taşmasına neden oluyor. Bu da zaten konser izleme alışkanlığı sınırlı olan müzik dinleyicisine belki çok uygun düşmüyor. Bu konser ve resitallerin büyük bölümü ücretsiz olarak gerçekleştiriliyor. Bunu da doğal karşılamak lâzım, zira henüz müzik dünyasında yeteri kadar tanınmamış gençlerin konserlerinin ücretli olarak gerçekleştirilmesinin, herhalde katılımı azaltıcı yönde etki yapması olasıdır. Ama diğer taraftan, tam da bu noktada, Hindemith’in vakti zamanında ücretsiz konserlere karşı çıktığı, küçük de olsa bir bedel konmasının dinleyiciyi alıştırmak açısından faydalı olacağını belirttiğini hatırlamadan geçmeyelim.
Efendim, bu girizgâhtan sonra esas meselemize gelebiliriz sanıyorum. Son zamanlarda sosyal medyada, özellikle genç müzisyenlerimizin konserlerinin, üstelik de genellikle ücretsiz olmalarına rağmen çok az sayıda dinleyici tarafından izlendiğine ilişkin saptama, değerlendirme ve yakınmalar yer alıyor. Bu değerlendirmeler, facebook platformunda ülkemizdeki klâsik müzik gruplarının üye sayısı açısından en büyüğü olan Andante grubunda sık sık yer alıyor ve bizim de aktif biçimde katıldığımız tartışmalara neden oluyor. Dinleyici sayısının azlığına ilişkin saptama elbette doğru, kimi resitallerde 10-15 kişiyi bulmayan dinleyici sayılarıyla karşılaşmak işten bile değil. Ancak, bu olgunun nedenleri ortaya konmadığı ve çözüm önerileri geliştirilip uygulamaya konamadığı sürece sadece bir yakınmadan ibaret kalacak ve hiçbir sonuç getirmeyecektir. Kanımızca, sorunun temelinde nitelikli müzisyenlerimiz ile dinleyici sayısı ve niteliği arasındaki büyük oransızlık yatıyor. Son dönemlerde eğitimlerini gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında tamamlayan ve sürdüren çok sayıda genç ve nitelikli müzisyenimize rağmen, bu müziğe gönül vermiş dinleyicilerin sayısında buna uygun bir artış meydana gelmedi. Bu orantısızlık, kanımca Türk klâsik müzik camiasının en önemli sorunlarından biri haline gelmiştir ve önlem alınmadığı sürece de giderek ağırlaşacaktır. O zaman çözümü özlü bir şekilde şöyle formüle edeyim:
Türk klâsik müzik dünyasını çevirecek nicelik ve nitelikte bir dinleyici kitlesi oluşturmak!.. Bu dinleyiciler bence eşyanın tabiatı gereği genç insanlar olacaktır ve bunların yetiştirilmeleri konusunda camianın tüm kurum ve kişilerine görev düşmektedir. Ancak, ülkemizde müzik kurumlarının ve kişilerinin içinde bulunduğu dağınıklık, örgütsüzlük ve potansiyel tehlikeler düşünüldüğünde, genç müzisyenlerimizin kendilerine de büyük sorumluluk düştüğünü özellikle vurgulamak isterim. Genç müzisyenlerimiz, bir taraftan kendilerini yetiştirirken, diğer taraftan da kendi dinleyicilerini yaratmak gibi maalesef ağır bir yükün altına girmek durumundadırlar. Evet, kendilerini geliştirmek için en çok çalışmaları gereken çağda böyle bir durumla karşılaşmaları bu gençler açısından belki bir talihsizliktir, ama ülkemizin içinde bulunduğu tarihsel koşullarda bu realiteden kaçınmanın da başka bir yolu bulunmamaktadır. Dinleyici sayısını attırmanın potansiyel yolları üzerinde uzun uzun tartışılmalıdır elbette; ama şu noktada bir başlangıç olarak okul konserlerinin önemini vurgulamak isterim. Anaokullarından üniversitelere her düzeydeki okullar, belki de büyük ölçüde konser salonlarının yerini almak zorundadır. Ancak bu şekilde geleceğin müzikseverleri ve konser dinleyicileri oluşturulabilir. Bu konuyu tartışmaya gelecekte yeni yazılarda devam etmek üzere efendim…
Ahmet MAKAL