asik-veysel (1)

Aşık Veysel

Anadolu’nun orta vilayetlerinden bir köyde,yavaş yavaş güneş batmaya hava kararmaya başlar.
Karanlık iyice çöker köyün üzerine.
Evlerden birinde bir kadın ve adam yatma hazırlığı yapmaktadır.
Erken yatıp yarın sabaha, güneş ışığına erken uyanılacaktır.
Adam üzerini değiştirir, yatağına yönelir.
Evin penceresinden; karanlık bahçeye vuran
ışıkta ağaçların arasında bir gölge belirir.
Kadın pencereden dışarı bakar ve gülümser.
Kadının sevgilisi bahçededir. . .

Tam sözleştikleri gibi, sözleştikleri saatte ve yerde adam onu beklemektedir.

Kadın kocasının uyumasından emin olunca,
sessizce yataktan kalkar, üstünü giyer?

Ve pencereden aşağıya atlar.

Başka bir adam için, kadın kocasını terk eder.

Koşarlar iki sevgili.. kaçıyorlar.

Tarlaları, ovaları aşarlar?..
Anadolu?da bir köy nasıl koşmasınlar ki?

Arkalarından onları kovalayacak onca şey vardır.

Namus belası, töre cinayetleri, yoksulluk, cefa, korku.

Arkalarında bunlar varken nasıl durabilirler?

Köyden uzaklaştıklarında iyice emin olunca soluklanmak için dururlar.

Kadın duraksamayı fırsat bilip nefes nefese der ki :
“Evden çıktığımdan beri, ayakkabımın içinde bir şey var beni rahatsız ediyor”
çıkartıp bakar ki?..

ayakkabısının içinde bir tomar para!!!!!
Kocası her şeyin farkında.
Biliyor ki gidecek,

“Beni terk edecek ama bunca yıl çorbasını içtim,
çamaşırlarımı yıkadı, ütüledi. Bana emeği geçti”

YABAN ELDE MUHTAÇ OLMASIN DİYE!!!

O Yoksul köylü;
bütün parasını; başka bir adam için kendisini terk eden karısının,
giderek kendinden uzaklaşan adımlarını attığı ayakkabısının içine koydu.

O güzel insanı,
O onurlu davranışı sergileyen,
O terk edilen adamı

Çünkü O;
Bir dizesinde bize yürekten seslendiği gibi

Uzun ince bir yoldaydı ve gidiyordu gündüz gece…

Güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa…

Translate »