jimi-hendrix-kapak

Jimi Hendrix

“Müzik ve sanat öğrenimi görürken aynanın karşısına geçer Jimi Hendrix’in sahnedeki halini taklit ederdim. Ondan çok şey öğrendim, sadece şu lanet gitarı onun gibi çalamıyorum, aslında hiç çalamıyorum.” Bu sözler Queen’in efsane solisti Freddie Mercury’e ait. Bir efsane, kendinden sonra gelen bir başka efsaneyi etkilemiş.

Jimi Hendrix’in kim(ler)den etkilendiği önemli tabii (örneğin Eric Clapton, Beatles) ama belki de kendinden sonraki kuşakta bıraktığı etkiye daha bir dikkatle bakmak lazım. Sıfırdan Başlamak, Hendrix’in kendi sözlerinin (dolayısıyla hayatının) bir dökümü. Kitabın hazırlanmasını; Hendrix’in cümlelerinin derlenip toparlanmasını sağlayan isim Peter Neal. Ona, Hendrix’in ölümünden sonra pek çok albümünde imzası olan Alan Douglas da yardım etmiş.

“PLASTİK PARMAKLI MUHAFAZAKÂRLARA” KARŞI

Kitap, Peter Neal’ın da dediği gibi aslında Hendrix’in kendisi tarafından yazılmış; ölümünden sonra ses kayıtlarından ve notlarından derlemelerle oluşturulmuş. Neal’ın bahsettiği, Hendrix’teki yazma takıntısı ve bol bol verdiği söyleşiler, Douglas’ın da Neal’ın da işini kolaylaştırmış. Anlatılan baştan sona bir hikâye ama Hendrix’in kendisinin anlattığı bir hikâye.

Sözcüklerinden anladığımız kadarıyla Hendrix’in çocukluğu kedince eğlenceli ama bir o kadar da güç geçmiş. Hep bir yerlere kaçma dürtüsü onu bazen okuldan bazen de evden uzaklaşmaya itmiş. Kendisinden başka neredeyse kimsenin, özellikle de babasının Hendrix’in başarılı olabileceğine inanmadığını görüyoruz: “Babamın hayatta başarılı olacağıma ihtimal verdiğini sanmıyorum. Ben doğru olanı yapmayan bir çocuktum.” Çalmayı ve akort etmeyi kendi kendine öğrendiği gitardan başka sarılacak hiçbir şeyi olmayan Hendrix, yirmilerine yaklaşırken babasına seslenir: “Ah baba, günlerden bir gün büyük ve ünlü biri olacağım. Başaracağım dostum.”

Hendrix’in “başarılı olacağım” diyerek yola koyuluşu sırtında gitarı, emir almaktan nefret ettiği için ve yaklaşan Vietnam savaşı yüzünden tam zamanından askerlikten ayrılışına denk düşüyor. Kafeler, kulüpler ve sokaklar onun gitarını “tıngırdattığı” ilk mekânlar: “Ben her zaman doğru yaklaşım içinde olursam bir gün yırtacağımı düşündüm. Çok uzun zaman aldı, zor koşullarda yaşıyordum, üç kuruş için bir yerlerde çalıyordum fakat bence değerdi. Ah, moruk! Başkalarının arkasında çalmaya bir yıl daha katlanamazdım.” Zaten o noktadan sonra kendi müziğini yazmaya ve çalmaya başlar. Müziği hakkında herhangi bir sınıflandırma yapılmasını da istemez. Her ne kadar rock’ın ve blues’un babalarından olsa da “kendi varlığımı yaratmaya çalışıyorum” dediği müziğini oluşturmaya koyulur: “Güzel bir notaya ulaşmak için bütün gece uğraşırım fakat şarkıcıdan çok bir gösteri ve performans sanatçısı olduğum söylenebilir. Benim için asıl önemli olan gitardır.”

Kitapta, Hendrix’in şarkı sözleri şarkı dışındaki sözlerine karışıyor, 1960’larda silkelenen ABD’nin ortamlarına dalıyor, öbür taraftan da karşımıza yapmak istediğini yapan, “zihnini özgür bırakan, özgürce akan” bir adam çıkıyor. Bu hali, o dönem pek çok insan tarafından eleştiriliyor, “plastik parmaklı muhafazakârlar” dediği kitle Hendrix’i bir ucube gibi görüyor, çoğunlukla da iğrenç buluyor: “Bizi iğrenç bulan bu insanlar aynı zamanda Joan Baez’in konserlerinde savaş karşıtı şarkılar söylemesini engellemeye çalışanlar. Ben hissettiğim gibi çalar ve hareket ederim. Bu bir gösteri değil, var oluş biçimi. Müziğim, aletim, sesim, bedenim, zihnimde tek bir eyleme dönüşür.” Ne de olsa Hendrix için her yerde şarkı yapılabilir ve şarkı her yerden gelebilir. O, bunu kâğıda (bazen bir kibrit kutusuna ya da peçeteye) döküp yeryüzüne indirir.

“KENDİMİ KAMUOYUNUN BİR KURBANI GİBİ HİSSEDİYORUM”

“Benim evim dünya” diyen Hendrix, aynı yerde fazla kalamayışını, bitki gibi yaşamaktan hoşlanmayışını ve elinden geldiğince çok seyahat edişini hep bu cümle altında topluyor. “Hiçbir yerde gerçek evim yok” sözüyle yukarıdaki cümleyi daha da anlamlı kılıyor. Gittiği her yerde yeni insanlarla tanışıyor ve müzik yapabileceği birilerini buluyor. Bir sürü soruyla karşılaşmasına rağmen herkes aslında onun nerede olduğunu ve ne yapmaya çalıştığını müziğinden biliyor: “Müzik çok ciddi bir iş benim için. Söylemek istediğimi söyleme biçimim. Sesler duyuyorum ve onları bir araya getiremezsem kimse getiremeyecek.”

Ona şarkı yazdıran ve müziğin ciddi bir iş olduğunu söylemesini sağlayan bazı şeyleri başkalarından farklı görmesi miydi acaba? Büyük olasılıkla. Zaten müziğindeki tek sese ve şekle bağlı olmayan yapı da şarkı sözleri de bunu kanıtlıyor. “Müzik bugüne kadar hissettiğim her şeyden daha ağır” demesini de aynı titizliğe bağlayabiliriz.

Adı geçen ağırlığın, Hendrix’in üzerindeki etkisi büyük. Ona “dünyanın en iyi gitaristi” dendiğinde kapıldığı suçluluk duygusu, egolarını tatmin etmek için müzik yapanlarauzak durmasını da sağlıyor. Hendrix için başarı (gelinebilecek en yüksek noktaya ulaşmak) önemli; başarısının anahtarı ise isimden öte yeteneğin ve duygunun öne çıkması, müziğin bunlarla yapılması.

15-18 Ağustos 1969 günleri arasında gerçekleşen Woodstock Festivali’nin kapanış konserini gerçekleştiren Hendrix, belki de bahsettiği zirveye en yakın yere böylece gelmiş oluyordu. Ancak bu yükseklik, aynı yıldan itibaren onu yıpratmaya başlıyor; birbiri ardına gelen basın toplantıları, yapımcısının baskıları ve konserler, yalnız kalamamasına ve müziğine istediği gibi vakit ayıramamasına neden oluyordu. Tüm bu bunaltıcı ortam yüzünden “kendimi kamuoyunun bir kurbanı gibi hissediyorum” diyordu.

“DÜNYA BANA HİÇBİR ŞEY BORÇLU DEĞİL”

Kitaptaki bütün veriler Hendrix’in müzikle iletişim kurmaktan zevk aldığını gösteriyor. Sokaktaki sorunları dikkate alan, notaları ve şarkı sözleriyle bir şekilde insanları eyleme geçirmeye uğraşan Hendrix, yanında bu akışa ayak uyduracak kişiler bulunmasını istiyor. Oturduğu yerden kafası kıyak biçimde “direnenleri” değil, ayağa kalkanları savunuyor: “Bir şekilde ayaktaysan yataktan kalkıp sokağa çıkabiliyorsan sorun yok. Bunun şerefine dans edebiliriz hatta.”

Bir marka ve yapımcılar tarafından bir şirket gibi algılanması, insanların dinlemeye değil de izlemeye gelmesi, Hendrix’in söyleyecek sözü olan biri biçiminde görülmesini engeller. Tabii bu da onun ruhunu daraltmaya başlar. Eylül 1970’te çaldığında ruhundan bir parçanın gittiğini, kendini büyük bir hengâmede hisseder. Müzikal anlamda herhangi bir şey veremeyeceğini sezdiği anda yaşamanın da gereksiz olduğunu söyler. Hatta yirmi sekiz yaşını görebileceğinden de emin olamaz, “dünya bana hiçbir şey borçlu değil” dediğinde 27’ler kulübünün kapısındadır, “öldüğümde plakları çalmaya devam edin” cümlesi bir tür son mesaj olarak da algılanabilir. Aslında o mesajı daha önce verir: “Kendimi zamansız addetmeyi severim. Sonuçta ne kadar zamandır hayatta ya da kaç yaşında olduğun değil, önemli olan kaç kilometre yol yaptığın.”

Kitapta Hendrix’in iki yolculuğu göze çarpıyor: Birincisi müzik; ünlü ve başarılı bir müzisyenliğe doğru ve bunu gerçekleştirdikten sonraki yolculuk. İkincisi ise kendine; iç dünyasına yaptığı yolculuk. Peter Neal’ın da dediği gibi o içsel seyahat, hem müziğinin hem de hayatının özünü oluşturur. Kitaptaki bütün cümleler bu ikinci yolculuğun yansıması aslında.

https://www.youtube.com/watch?v=LVUlzNXxljg

Translate »